Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Prof. Aygün Dinçer Kırca’nın çocukluk hedefiydi. 1995 yılında öğrenci olarak adımın attığı kurumda bugün Seramik ve Cam Bölüm Başkanı olarak görev yapıyor. Sanatsal çalışmaları ise kendi deyimiyle sürekli bir “dönüşüm ve derinleşme” içinde ilerliyor.
FATMA BATUKAN BELGE
Seramik serüveniniz 1995 yılında başlamış, sizi seramiğe yönlendiren ne oldu?
Çocukluk döneminden beri “malzeme” beni heyecanlandırır. 1980’lerde çocuk olduğum için o dönemin şartlarında mahalle arasındaki kırtasiyelerde satılan sanat malzemeleri ilgi odağımdı. Babamın bir arkadaşının da ünlü bir kırtasiye markası bünyesinde çalıştığı o dönemlerde her ziyaretinde bize getirdiği sanat malzemeleri bana dünyanın en güzel hediyesi gibi gelirdi. Her ne kadar henüz çamur ile tanışmamış olsam da ilkokul yıllarımda renkli killer ile üç boyutlu çalışmalar yapmaya başlamıştım. İlk yaptığım seri Smurf/ Şirinler karakterleri idi. Bunlar uzun yıllar salonumuzun vitrininde ailemin gururla sergilediği sanat çalışmalarım olarak durdu. Yani ailem bu yaptıklarımı önemsemişti, bu benim için gerçekten çok değerliydi.
Bir de kırtasiyede satılan plastik kalıplar vardı. Alçı hazırlayıp içine döküp boyuyordum. Bunları evin orta yerinde annemin serdiği bir örtü üzerine koyduğu masada yapıyordum, annem hiçbir zaman “ev kirlendi, yapma-etme” demedi. Bu yaptığım çalışmalardan birini babama hediye etmiştim. Yıllarca babamın iş yerinde, emekliye ayrıldığından vefatına kadar ise başucunda durdu.
Mimar Sinan Üniversitesi’ni ilk kez, orta okul yıllarımda ailecek ablamın üniversite sınavına gireceği yeri görmeye gittiğimizde gördüm. Annem “bak işte sen burada okuyacaksın” dedi. Demek insanın aklında kalan bu küçücük anılar bir gün hedefe dönüşebiliyormuş.
Sonra lise yılları başladı, sanat hocamız da sonradan öğrendiğim üzere, Mimar Sinan Üniversitesi mezunuymuş. Zor beğenen biriydi. Bir kaplumbağa kabuğu çizmiştim, üzeri farklı motiflerden oluşan, incelikli bir çizimdi. Beğendiğini fark ettim. Son sınıfta iken bana Mimar Sinan Üniversitesi yetenek sınavlarına giriş için bir başvuru formu getirdi. Zaten doğma büyüme İstanbul’da Avrupa yakasında yaşadığım için farklı bir üniversitede okumayı da düşünmemiştim. Ancak hangi bölümde okumak istediğimi de bilmiyordum.
İşte bu noktada, Seramik Bölümü benim için farklı disiplinlerin harmanlandığı ideal bir alan oldu. Bölüm seçme aşamasında bir Sadi Diren sergisi olması ve onu gezmiş olmamın da bunda katkısı vardır elbet…
Buraya kadar anlattığım hikaye pek çok insanın hayatında benzer şekilde yaşanmış olabilir. Kimisi hayatına belki çok daha başarılı bir sanatçı olarak devam etmiştir, ya da bir daha elini hiç sürmemiştir, kim bilir? Benim devam edebilme motivasyonum; ailemin, önce şunu ol sonra sanatçı olursun dememiş olmasıydı. İleriki yıllarda eşimden de işim konusunda hep destek gördüm. Bu açıdan da hem o zamanki hem de şimdiki çekirdek aileme minnettarım.
Sanat yolculuğunuzda kendinizi nerede görüyorsunuz?
Sanat yolculuğumda kendimi sürekli bir dönüşüm ve derinleşme içinde görüyorum. ‘Beyaz’, 'Dikkatli İzleyiniz!', 'Zamanın Tanıkları' ve 'Seramiğin Sınırları' gibi kişisel sergilerim, benim bu yolculuğumun önemli durakları. Her sergi sadece bir tema değil, aynı zamanda izleyiciyle kurduğum bir diyalog. 2008’deki ilk kişisel sergim ‘Beyaz’ benim için ilk aşamaydı; “bir kişisel sergi nasıl yapılır”ın laboratuvarı gibiydi. Tamamı porselen eserlerden oluşmasına rağmen adının anlamı, sanatıma beyaz, yepyeni bir sayfa açmamdan ileri geliyordu. Çok dikkatli olmalıydım, o sayfaya yazılanlar seramiğin kendisi gibi kalıcıydı. Eserler fırın pişirimlerinde kullanılan “şeytan ayağı” dediğimiz ara birimlerin mavi-beyaz porselen versiyonlarının modüler kompozisyonlarından oluşuyordu. Bu birimler tarihi binanın bir parçası gibi sergilendi. Seramik sergilerinden beklenen kaide üstü bir çalışmam yoktu, mekana özgü düzenlemeye dayalı bir sergileme yaptım.
Evet genelde seramiğin kaide üzerinde sergilenmesi beklenir…
Anekdot olarak araya şu bilgiyi sokacağım; aldığım başka bir sergi davetinde eserlerimi sergilemek için koyu renk boyanmış bir duvar istedim, galeriden aldığım cevap, “biz size eserlerinizi sergilemeniz için kaide ayarlamıştık” oldu. Bir seramik eserin nasıl sergilenmesi gerektiği önyargılarla belirleniyordu.
Ve 2013 yılında ikinci sergi…
‘Dikkatli İzleyiniz!/ Stare with Care!’de sergilediğim eserler 2006 yılında sanatta yeterlik atölye derslerimde, yine çocukluk dönemimde dikkatimi çeken vitrinde sergilenen fincanların farklı kompozisyonlarını oluşturmakla başladı ve fırın ortamında aldıkları hasarlarla oluşan rastlantısal kırıkları kompoze etmeye dönüştü. Öğrencilik dönemimde seramik bölümünde okuduğumu öğrenenler ilk olarak evdeki kırık porselenlerini onarıp onaramayacağımı soruyorlardı. Bu yaptığım çalışmalar biraz da o dönemde benden istenen şeyi kendi yöntemimle yorumlama şeklimdi. İstanbul’da saray porselenleri üreticisinin ıskartaları ile oluşturduğum eserler seri üretim bandında kırılıp, kullanıcısı ile hiç buluşma şansı olmamış parçalardı. Malzemenin verdiği heyecanla oluşturduğum kompozisyonların eser isimleri çalışmaların içeriğini betimliyordu.
“Zamanın Tanıkları” başlıklı serginizde köklerinize döndünüz değil mi?
Evet, 2017’deki bu sergide biraz daha köklerime dönük eserler ürettim. Yine kompozisyonlarımda porselen birimler ve kırıkları vardı ancak bu defa kimsesiz değillerdi. Üzerlerinde yaşanmışlıklar vardı. İnsanla temasa geçen her nesne gibi o insanın bir dönemine tanıklık ediyorlardı. Sofra seramiği dışında bibloların da kullanıldığı eserlerde, malzemenin değeri babaanne yadigarı olmasıydı ancak sergilemesinde nesnenin köklerine gönderme yapıyordu; önde duran Avrupa porseleni biblolar, zeminde uzak doğu seramiklerine ait motifler…
Malzeme açısından bunların yanı sıra biri Türkiye’deki eğitim sisteminde önemli katkıları olan köy enstitülerini temsil eden kaba seramik malzemesi olarak bilinen tuğlalar, diğeri ise atalarımın göç ile yaşadıkları kırıklıklarının metaforu olarak narin seramik malzemesi porselenden yapılmış dantelleri kullandım. Seramiğe ait farklı malzemeler zamanın tanıkları konsepti altında bir araya geliyordu. Eserlerin yanında ayrıca birer bilgilendirme yazısı duruyordu. Böylece izleyici sadece izlemekle kalmıyor, benim verdiğim ipuçları ile eseri yorumlama fırsatı da buluyordu.
Özetle; kendimi, her çalışmamda izleyicinin bakış açısını değiştirmeyi amaçlayan bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Bu sadece eserlerimde değil, yazın dilimde de tez çalışmalarımda da böyle oldu. Gelecekte de bu etkileşimleri geliştirmek, genişletmek istiyorum.
Bugün çalışmalarınızda öncelediğiniz meseleler nelerdir? Toplumsal konular, içsel dışavurumlar, bir disiplin olarak seramiğin eleştirisi?..
Seramiğin bir disiplin olarak sınırlarını sorgulamak ve bu alandaki geleneksel kalıpları yıkmak benim için önemli. Her eser hem izleyiciyle bir diyalog kurma çabası hem de seramiğin potansiyelini keşfetme arayışımın bir yansıması. Böylece, sanatı hem bireysel hem de toplumsal bir yorumlama aracı olarak kullanabiliyorum. Bu sırada ben de evriliyorum, 1995’te seramik serüvenine başlayan Aygün’den farklı biriyim artık… Yarın söyleyeceğim şeyler de bugünden farklı olacaktır.
Seramiğin teknik tanımına göre pişmiş olması gerekiyor. “Seramiğin Sınırları” başlıklı çalışmalarınızda bu ilkeye uymadığınızı gördük. Amaç ezber bozmak mıydı?
2023’deki son kişisel sergim ‘Seramiğin Sınırları/ Boundaries of Ceramics’ bir seramik sergisi olma iddiasında olmadığı gibi, bahsi geçen “sınır” kelimesi de seramiğe ait sınırları metafor olarak kullanıyordu. Sınır kelimesinin farklı kullanımları ile her bir çalışma farklı bir toplumsal konuya, içsel dışavuruma ve bir disiplin olarak seramiğin eleştirisine gönderme yapıyor. Eser isimlerinin; sınırlı form, sınırlı sayıda, sınırı aşanlar, alt sınır, üst sınır, hudut olduğunu düşünerek yönlendirmeleri takip eden izleyici kendi çıkarımlarını yapabilmektedir. Eserlerin bir kısmı çamurdan üretilmiş formlar, bir kısmı ise hali hazırda pişmiş seramik birimlerin kompozisyonundan oluşuyor. Bu sergi için hiç fırın pişirimi yapmadım. Sanatçı olarak derdim bir seramik sergisi yapmak değil, çamuru seramiğe dönüştürmeden üretmiş olmak…
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak çağdaş sanat alanında seramiği sınırları belirlenmiş bir alana oturtmak mümkün mü?
Sanat, sınır tanımayan bir alan. Sanatçılar, seramiği bugüne kadar sosyal, kültürel ve politik mesajlar vermek için bir araç olarak zaten kullanıyorlardı. Seramik malzeme ile yapılabilecek sanat pratiklerinin gün geçtikçe daha da çeşitlendiğini görüyoruz, bu da onu sadece bir malzeme olmaktan çıkarıyor. Her sanatçı, kendi bakış açısıyla bu malzemeyi yeniden tanımlıyor. Sınırlı form adı altında yaptığım çalışmalarda belli bir kalıba oturtulmuş çamurdan oluşturduğum eserler klasik seramik kaplar şeklinde idi. Eğer ki bu sınırlı form içinde olmayıp, serbest bir formda üretilmiş olsalardı, heykel olma şansları vardı. Ancak seramik dendiği zaman ilk akla gelen formlar yine bu klasik siluetler. Eserlerin sergileme alanı arkasında gördüğümüz “haddini bil!” yazısı da bu düşüncenin bir eleştirisi. Kendilerine uygun görülmüş çerçevenin dışına taşarak sergilediğim seramik birimlerden oluşan eserin adı ise “sınırı aşanlar”. Sonuç olarak, eserlerimle de açıkladığım üzere; çağdaş sanatta seramiği sınırlara oturtmak, onun çok yönlülüğü ve sanatçılar tarafından nasıl kullanıldığı göz önüne alındığında pek mümkün görünmüyor.
MSGSÜ Seramik Bölümü Türkiye’nin ilk ve en önemli seramik bölümlerinden. Bölümünüzün verdiği eğitimin niteliklerinden bahseder misiniz?
Gururla söylüyorum ki, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik ve Cam Bölümü olarak bu sene Kasım ayı itibariyle, Türkiye’deki seramik eğitiminin 95. yılını kutluyoruz.
Bölümümüzün en önemli niteliklerden biri; geleneğe saygılı, yeniliklere açık güçlü bir kadrosu olması. İç dinamiklerimizin uyumu, öğrencilerimize de olumlu şekilde yansıyor. Öğrencilerimiz doğrudan tüm hocalarımızın bilgi birikiminden faydalanabiliyorlar. Sürdürülebilir bir eğitim sistemi için her hocamız kendi çalışma alanında uzmanlaşarak gelecekte bu alanı devam ettirecek birini daha yetiştirmeyi hedefler. Ders programlarımızı her sene gözden geçirir, çağın gerektirdiği şekilde düzenlemeler yaparız. Son olarak, 2022 yılında ani bir hastalık sonucu aramızdan ayrılan akademisyen arkadaşımız Hande Büyükatlı’nın sanatta yeterlik tezinin konusunu “sanat ve tasarımda yaratıcılık-oyun etkileşimi” adı altında seçmeli bir ders olarak programımıza ekledik. Dersin hoca görevlendirmesi her dönem değişiyor, dersi veren hoca kendi teknikleri ile bu başlık altında dersi yapıyor. Sonuçta, ortaya yaratıcılığı geliştiren deneysel çalışmalar çıkıyor.
Ayrıca bu sene üniversitemiz Temel Eğitim Bölümü’nün kapatılması ile kadromuza dahil olan yeni/eski hocalarımız da oldu. Akademik kadromuzun geniş uzmanlık alanları, öğrencilere farklı perspektifler sunarak sanat görüşlerini zenginleştirmektedir.
Bölümümüz, Türkiye’nin ilk ve en köklü seramik bölümü olmasının yanı sıra ayrıca cam bölümü olarak da eğitim veriyor, bu sayede öğrencilerine geniş bir eğitim yelpazesi sunuyoruz. Eğitimimiz, teknik bilgi ve sanat anlayışını harmanlayarak öğrencilerin yaratıcı potansiyellerini en üst düzeye çıkarmayı amaçlıyor. Lisansüstü eğitim programlarımız ile de pek çok üniversitenin akademik kadrolarına katkı sağlıyoruz. Sonuç olarak, MSGSÜ Seramik ve Cam Bölümü olarak, öğrencilerimizi sanatın ve tasarımın dinamik dünyasında etkili birer birey olma yönünde yetiştirme çabası içerisindeyiz.
Vitra Sanat Atölyesi’nin sizin okulunuzun çatısı altına girmesinin avantajları oldu mu?
2012 yılında Eczacıbaşı Kartal fabrikasının kapanması ile birlikte olan iş birliğimiz bu sene 12. yılını doldurdu. Seramik Türkiye dergisinde bu oluşumu ilk anlattığım yazıda “Biri eğitimde diğeri sektörde öncü iki kurumun iş birliği ile oluşturulan MSGSÜ-Vitra Seramik Sanat Atölyesi, üniversite öğrencileri ile seramik sanatçılarını bir araya getirerek sanatsal gelişimlerine katkı sağlamayı ve bakış açılarını genişletmeyi amaçlıyor.” demiştim. Bugüne baktığımızda amacımıza ulaştığımızı ve sürdürdüğümüzü görüyorum. Bu iş birliğinin sağlanmasında bir önceki bölüm başkanımız Prof. Süleyman Aydan Belen’in katkısı büyüktür. Sürdürülmesinde ise, tüm öğretim kadromuzun emekleri yadsınamaz. Bu iş birliği ile karşılıklı sağladığımız fayda en çok öğrencilerimizin vizyonlarını geliştirmeye katkı sağlıyor. Atölyenin orta yerinde duran Sadi Diren çalışma masası yurtiçi ve yurtdışından gelen sanatçıların çalışma alanı. Öğrencilerimiz de dönem dönem bu sanatçılarla çalışarak yeni sanat pratiklerini deneyimleme fırsatı buluyorlar. Sanatçılara ait eserler de belli periyodlarda sergileniyor.
Bölüm Başkanı olmanız dolayısıyla idari iş yükünüz de var; sanat üretiminizi etkiliyor mu?
Çocukluğumdan itibaren anlattığım tüm hikayelerimde okulumun adı geçti. Üniversiteme, bölümüme hizmet ediyor olmaktan çok memnunum. Sanatçı olmak ise bir yaşam tarzı. Dersler dolayısıyla elimiz sürekli çamurun içinde, bir konuya yoğunlaşmak ve eser üretmek ise süreç temelli bir malzeme ile çalıştığımız için oldukça zor. Hele ki bir akademisyen olarak sanatçı olmak daha zor. Bu, idari işlerin yoğunluğundan bağımsız, memur olmanın verdiği kısıtlılıklarla sanat yapmaya çalışıyor olmanız ile ilgili. Bu nedenle eserlerim ile üstü kapalı anlatımlar yapıyorum. Sınırlar seramikte değil, zaten pişmemiş çamura da seramik diyemeyiz!?
Bir hoca olarak geleceğin seramik sanatçılarına mesajınız ne olur?
Sanat, sürekli bir öğrenme sürecidir. Eğitim hayatınıza, sanat pratiğinize ve teknik bilginize değer katacak deneyimlere açık olun. Bu, sizi daha donanımlı hale getirecektir. Sanat, kişisel bir ifade biçimidir; bu nedenle, kendi hikayenizi ve perspektifinizi ortaya koymaktan çekinmeyin. Eserleriniz aracılığıyla izleyicilerle diyalog kurmayı amaçlayarak, sanatın toplumsal etki yaratma potansiyelini kullanabilirsiniz. Seramikte geleneksel kalıpların dışına çıkmak ve malzemenin sınırlarını sorgulamak önemlidir. Kendi yaratıcı deneyimlerinizi keşfedin ve seramiği farklı biçimlerde yorumlayın. Bu süreçte hata yapmaktan korkmayın; her hata yeni bir öğrenme fırsatıdır. Sanatın sınırlarını zorlayarak, yeni bakış açıları ve ifade biçimleri geliştirin. Seramikte üçüncü boyutun da ötesini keşfedin.
Tabii şunu da eklemek isterim ki, siz tüm bunları yaparken değişen dünya şartları ve karşılaştığınız kişiler de çok etkili olacaktır. Üzerimde emeği geçen tüm hocalarıma ve her zaman desteklerini yanımda hissettiğim bölümdeki çalışma arkadaşlarıma bu vesile ile teşekkür ederim.
Opmerkingen